Makaleler/Kararlar
Makaleler ve Kararlar
BOŞANMA DAVASI NASIL AÇILIR?
Boşanma sebepleri; zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış,suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme, terk, akıl hastalığı ve evlilik birliğinin temelinden sarsılmasıdır.
1-İspat edilebilir özel (mutlak) boşanma sebeplerinin (zina ,cana kast ve pek fena muamele, haysiyetsiz hayat sürme, suç işleme,akıl hastalığı)varlığı halinde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını ayrıca ispata gerek yoktur.
Dava dilekçesinde önceki hoş görülen olayların hükmü etkilemeyeceğinden bahsedilmesine gerek yoktur.
Dava dilekçesinde boşanmanın sebebi olan olguların açık ve öz bir şekilde aktarılması ve bu olaylardan sonra karı koca birlikteliğinin ve barışmanın olmamış olması gerekir.
Dayanılan tüm vakıaların sıra numarası altında açık özeti dilekçeye yazılmalıdır.
GENEL OLARAK TÜM DAVA DİLEKÇELERİNDE:
Mahkemenin adı
Davacı ile davalının adı, soyadı, adresleri
Davacı ve davalının kimlik numaraları
Varsa vekillerinin adı adresi
Davanın konusu
Davanın değeri
Tüm vakıaların özeti
Herbir vakıanın hangi delille ispat edileceği
Dayanılan hukuki sebepler
Talep sonucu
AİLE MAHKEMELERİNE DAVA AÇARKEN SOSYAL VE EKONOMİK DURUM ARAŞTIRMALARININ GECİKMEMESİ İÇİN müvekkillerin adreslerinin de dilekçede yer alması gerekir. Ayrıca dava ve cevap dilekçelerinde avukatların büro telefonlarını da yazmaları(eksikliklerin tamamlanması açısından)yerinde olur.
Dava dilekçesine belge ve tanıkların eklenmesi, belgelerin eklenememesi halinde en azından nerden getirtileceğinin belirtilmesi gerekir.
BOŞANMA DAVA DİLEKÇESİNE,
Tarafların ad, soyad, ev ve iş adresleri
TC kimlik numaraları
Tarafların ne iş yaptıkları ve gelirleri
Vakıaların sıraya bağlı kalınarak özetleri
Maddi-manevi tazminat ve nafakanın miktarı açıkça belirtilmelidir.
Tarafların sahibi olduğu menkul ve gayrimenkuller
Aile konutu talebi varsa yada diğer talepler açıkça belirtilmelidir.
Dava dilekçesinde tüm deliller tanık isim ve adresleri ile tanıkların hangi konuda tanıklık edecekleri hususu açıklanmalıdır.
Çocuk varsa kimin yanında olduğu yaş ve öğrenim durumu
Eşya alacağı, takı ziynet istemi, katkı alacağı konuya göre maktu ya da nispidir.
Katkı payı istemli talepler pratikte boşanmanın kesinleşmesi bekleneceğinden boşanma ile birlikte açılması uygun değildir.
Boşanma, katkı payı alacağı, eşya ve takı alacağı gibi talepler “yazılı usule” tabi olup dilekçelere cevap iki haftadır. Karşılıklı dilekçeler tamamlanır yada dilekçeler zamanında verilmezse hakim ön inceleme duruşma gününe karar verir.
Ön incelemede dava şartları ve ilk itirazlar incelenir, uyuşmazlık noktaları belirlenir, taraflar sulhe teşvik edilir ve delillerin toplanması, toplanmayan deliller için –genelde kesin-süre verme aşamasına geçilir. (Dava şartlarını ve ilk itirazları genelde dosya üzerinde incelese de bazen ön inceleme duruşması açarak tarafları dinlemek suretiyle de bu hususlarda karar verebilir.
HMK 141.madde uyarınca taraflar-ön incelemeden önceki teati aşamaları olan-cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinde “karşı tarafın muvafakati olmadan” iddia ve savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirlerse de “ön inceleme aşamasında ANCAK KARŞI TARAFIN AÇIK MUVAFAKATIYLA” iddia ve savunmalarını genişletip değiştirme haklarına sahiptirler.
HMK 141 Hakim, ön inceleme duruşmasında HENÜZ TAHKİKATA BAŞLAMADAN EVVEL HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE VE ZAMANAŞIMI YÖNÜNDEN DOSYAYI İNCELEYİP KARARA BAĞLAR.
Dava dilekçesinde vakıalar yazılmalıdır.
Boşanma vakıaları, fiziksel şiddet, ekonomik şiddet, cinsel, görsel, duygusal şiddet olarak sıralanabilir.
Dava dilekçesinde, cevaba cevap dilekçesinde en son ön inceleme aşamasında (karşı taraf gelmez ya da açık muvafakat ederse) ileri sürülmemiş olan vakıalar daha sonra tanık anlatımlarında yer alsa bile hükme esas teşkil edemez. Ön inceleme aşamasına kadar istenmeyen tazminat talepleri ön inceleme aşamasından sonra nispi harç ile istenir.
YAZILI USULDE, dava dilekçesi ve cevaba cevaba cevap dilekçesi ve 2.cevapta deliller sunulur.
BASİT USULDE, Dava dilekçesi ve cevap dilekçesinde deliller sunulur.
Ya da ön inceleme duruşmasında “kesin süre” içinde sunulur.
YARGILAMA 5 SAFHADAN OLUŞUR:
1-DİLEKÇELERİN KARŞILIKLI VERİLMESİ
2-ÖN İNCELEME
3-TAHKİKAT
4-SÖZLÜ YARGILAMA VE
5-HÜKÜM
ZİNADA EVLİLİĞİN DEVAMI SIRASINDA EŞLERDEN BİRİNİN KARŞI CİNSLE CİNSEL İLİŞKİDE BULUNMASI gerekmektedir. Flört ve yakınlık sadakatsizlik nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına girse de zina değildir. Hayvanla yada hemcinsle olan yakınlık da haysiyetsiz hayat içine girmektedir. Dava süresi 6 ay ve 5 yıldır. Zina söz konusu olduğunda hem zina sebebiyle hem de evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle dava açılabilirse de zina ispat edildiğinde evlilik birliğinin temelinden sarsılması konusuz kalacaktır.
Cana kast ve pek fena muamelede yine zina suçu gibi 6 ay ve 5 senelik sürelere tabi olup yine ayrıca birliğin çekilmez olup olmadığına bakılmaksızın mutlak boşanma sebebidir.
Haysiyetsiz hayat sürme ve suç işleme hallerinde hâkim, birliğin çekilmez hale gelip gelmediğini araştırır.
Ayrıca faiz, boşanma kararı kesinleşince istenebilir. Tıpkı tazminat ve iştirak nafakası gibi
TERK nedeniyle açılacak boşanma davasında davalı olacak eşin haklı sebep yokken evi terk etmesi ve bu sürenin en az 6 ay sürmesi, sonrasında mahkemece yapılacak ihtarın tebliğinden itibaren 2 ay içinde dönmemesi gerekir.
AKIL HASTALIĞI nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi için evlilikten sonra akıl hastalığının cereyan etmiş olması, akıl hastalığının iyileşmesinin mümkün olmadığının raporla sabit oluşu ve bu durumun ortak hayatın varlığını çekilmez hale getirmesi gerekir.Bu sebeple açılan boşanma davası söz konusu ise başkaca bir sebeple açılan boşanma davası olamaz ve mutlaka akıl hastası olan davalı eşe vasi tayin edilir.
EVLİLİK BİRLİĞİNİN TEMELİNDEN SARSILMASI NEDENİYLE BOŞANMA;
TMK 166/1 Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek şekilde temelinden sarsılırsa eşlerden herbiri boşanma davası açabilir. Davacının kusuru daha ağır olduğunda davalının itiraz hakkı var ise de bu itiraz, hakkın kötüye kullanımı teşkil etmemeli yani birliğin devamında taraflar ve çocuklar yönünden bir menfaat bulunmamalıdır. Bu halde hakimin boşanmaya karar verebilmesi için önce objektif kriter 1-evlilik birliğinin temelinden sarsılması” ve yine sübjektif kriter 2-birliğin devamının taraflar için çekilmez hale gelmesi olmak üzere iki kriterin gerçekleşmiş olması şartı aranmaktadır.
Eşlerin ruhi ve fikri yapıları, düşünce tarzları arasındaki farklılıklar, olaylar karşısındaki tepkilerinin farklı oluşu, yetişme ve gelenek-görenek farklılıkları da çoğu zaman çatışmayı doğurur. Bununla birlikte aksi ve kırıcı tabiat, tahkir etme ve küçük düşürme sebepleri de vardır.
Eşler arasında baş göstermiş geçimsizliğin birliğin devamını imkansız kılması da yine bu maddede anılan dava şartlarındandır. Sadece bir taraf için birliğin çekilmez hale gelmiş olması yeterlidir. EŞLER TEMELİNDEN SARSILMA İHTİMALİNE RAĞMEN BİRLİĞİ SÜRÜDÜRÜYORLARSA TEMELDEN SARSILMA İDDİASI ŞÜPHELİ OLUR.TABİ EVDE İKİ YABANCI GİBİ OLMAK BUNDAN MÜSTESNADIR.
Eşler arasında doğmuş olan anlaşmazlığın çekilmezliğinden bahsedebilmek için bu durumun” evliliğin ruhunu söndürmüş, onları evlilikten nefret eder hale sokmuş olması gerekir.
Ayrıca mutlaka kusur şartı olmadığı gibi kusursuzluk şartı da söz konusu değildir.
ANLAŞMALI BOŞANMA;
En az 1 yıl süren evlilik eşlerin birlikte başvurması yada birinin açtığı davayı diğerinin kabul etmesi ile de bitebilir.Bu halde boşanmaya karar verilebilmesi için hakimin tarafları bizzat dinlemesi ve iradelerini serbestçe ifade ettiklerine kanaat getirmesi ve ayrıca tarafların çocukların durumu ile boşanmanın tüm mali sonuçları hakkında karar vermiş olmaları şarttır. Hakim korunacak menfaatler yönünden bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü ile boşanmaya hükmolunur. Tarafların ikrarı hükme medar olmaz.
Eşlerin boşanma iradelerinin birbirine uygun olması tarafların her konuda anlaşmaları ve hakimin de tarafları duruşmada bizzat dinleyerek tarafların kabul ettiği anlaşmayı uygun bulması gerekmektedir.
ÇEKİŞMELİ BOŞANMAYA AİT DİLEKÇE ÖRNEĞİ
(AİLE MAHKEMESİ SIFATIYLA)
ÇATALCA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ HAKİMLİĞİNE
ADLİ MÜZAHARET TALEPLİDİR
DAVACI :…TC
ADRESİ :
VEKİLİ :Av.BENGÜ BULUT
ADRESİ :Ferhatpaşa Mah.Ulus Cad.Adliye sokak No:5 Çatalca/İSTANBU
DAVALI : TC:
ADRESİ :
KONU :Pek kötü davranış, onur kırıcı muamele ,olmadığı takdirde Şiddetli geçimsizlik ve evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma ,maddi,manevi tazminat ve nafaka istemimiz hk.
AÇIKLAMALAR:
1-Davalı ile müvekkil,…tarihinde evlenmiş olup bu evliliklerinden hepsi reşit olan … isimli müşterek çocukları dünyaya gelmiştir.
2-Taraflar arasında evliliğin hemen akabinde sorunlar çıkmış ve özellikle davalının sorumsuz davranışları, rencide edici ve kırıcı sözleri, şiddet içeren eylemleri müvekkil için katlanılması güç bir durum oluşturmuştur. Maddi olarak hayatını idame ettirecek gücü olmayan müvekkil, evliliği devam ederken de bir çok ihtiyacından-davalının imkanı olmasına rağmen-yoksun kalmış ise de çocukları için sabretmiş ve gidecek yeri olmadığı için de davalıya boyun eğmiştir.
3-Müvekkil aynı zamanda ekonomik şiddete de maruz kalmış, davalı, geliri, kazancı ve edindiği taşınmazlar olmasına rağmen müvekkilin en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamamıştır.
4-Tüm bu yaşanılanların sonucunda müvekkil, gerek çocuklarının küçük olması ve gerekse davalının yaşattığı acılara bir son verip tekrarlamayacağını kendisine taahhüt etmesi ve gerekse ekonomik bağımsızlığının olmayıp hayatını idame ettirme imkanının bulunmayışı evliliğine devam etme kararı almış ise de geçen zaman bu kararın büyük bir hata olduğunu müvekkile acı bir şekilde göstermiştir. Zira bu karardan birkaç ay sonra karşı tarafın sadakatsiz davranışlarına tanık olmuştur.
5-Evlilikleri boyunca davalının iş yerinde bulunan ve ona işlerinde yardımcı olmakta olan müvekkil davalının gayri resmi ilişkisi olduğunu öğrenmiştir. Yine incinen ve yara alan müvekkil, davalının verdiği sözleri tutmayacağını anlamış, kalacak yeri olmayıp çocuklarının küçüklüğü ,eğitim çağında olması sebebiyle bu acıyı içinde yaşamıştır.
6-Müvekkilin aldığı yaralar bununla da kalmamış toplum içinde davalı tarafından rencide edilmeye hakaret ve incitici sözlerin muhatabı olmaya başlamıştır. Bu tarz hareketler ve hakaretler ,taraflar arasında oluşan duvarı daha da kalınlaştırmış, taraflar arasındaki uzaklaşma –davalının kusuruyla-kaçınılmaz olmuştur. Müvekkili defalarca toplum içinde ya da yalnızken aşağılayan davalı küçük düşürücü ve aşağılayıcı eylemleriyle duygusal şiddet kategorisinde de evlilik birliğini temelinden sarsmış bu eylemleriyle de müvekkilde ağır manevi zararlar oluşturmuştur.
7-Müvekkil her ne kadar her konuda davalıya yardımcı olsa da yaşadığı ekonomik şiddet , hiç de azımsanacak gibi değildir. Temel ihtiyaçlarını dahi eş dost ile karşılayan, hali vakti yerinde olan davalıdan bu konuda hiçbir fayda görmeyen müvekkil, davalının evliliğe dair yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle oldukça mağdur olmuştur.
8-Dahası mahrem konular,taraflar arasındaki özel ilişkiye dair detaylar (uzaklaşma,mesafe,vs her ayrıntı)davalı tarafından herkesle paylaşıldığı için aile sırrı ve mahremiyetin bu şekilde ihlali müvekkil için oldukça ağır bir darbe olmuştur. Adeta toplum içine çıkamayan müvekkil ,hem rencide olmuş hem de utandırılmıştır.TMK.185 f.3.hükmünde yer alan eşlerin sadakat yükümlülüğü duygusal sadakati de içerdiğinden sırları açıklamak/yaymak hem onur kırıcı bir davranış olup hem de sadakat yükümlülüğüne aykırıdır. Nitekim Yargıtay da aynı görüşte olup Y.2.H.D.17.03.2005,2326-4211 sayılı kararı ve benzeri bir çok karar aile sırlarının açıklanmasının evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan kusurlu bir davranış olduğunu sabit hale getirmiştir. Dahası bu sırların özellikle mahrem olanlarının deklare edilmesi sadakat yükümlülüğüne aykırı ve küçük düşürücü bir eylem olup birliği temelinden sarstığı kuşkusuzdur.Y.2.H.D.5.3.2010,E.2010/1208,K.2010/4752 sayılı kararı ve birçok kararı da bu yöndedir.
9-Davalının huzursuzluğu ve öfkesi geçen yıllara rağmen geçmemiş, ne yazık ki eski şiddet eğilimi de duygusal şiddetle sınırlı kalmayarak daha ciddi boyutlarda da sürmüştür
…tarihinde gerçekleşen olayda davalı müşterek çocuklara sebepsiz yere öfkelenmiş ve bu öfkesi şiddet aşamasına gelerek evdeki eşyalara zarar verme ,hatta hakaret ve şiddet boyutuna ulaşmıştır.
Olay günü tüm eşyaları kıran, davacı müvekkil ve müşterek oğlunu ölümle şeklinde tehdit eden davalı, müvekkile yönelik tehdit eylemleri, evdeki tüm eşyaları kırma şeklinde gerçekleşen şiddet eylemleri, yine müvekkilin üzerine yürüyerek öldürme ya da yaralama şeklinde bir korku oluşturma davranışları ile tam kusurlu olup evlilik birliğini temelinden sarsmış ve devamını imkansız hale getirmiştir.
Davalının tehdit, evdeki eşyaları kırma ve müvekkilin üzerine yürüme nev’inde gerçekleşen eylemleri fiziksel şiddetin ürünüdür ve birliği katlanılamaz boyuta taşımıştır. Nitekim Yargıtay da içtihatlarında ev eşyalarına zarar vermenin şiddet kapsamında kaldığını ve birliği(bunu yapanın ağır kusuruyla)temelinden sarstığını sabit hale getirmiştir.Y.2.HD.11.04.2005 ,3860-5843 vs kararlar
10-Taraflar arasında bu olaydan sonra irili ufaklı bir çok hadise, davalının tam kusurlu olduğu birçok olay gerçekleşmiş ve herbiri müvekkil ve evlilik birliği açısından oldukça yaralayıcı olduğu gibi yıkıcı bir etki bırakmıştır.
11-Akrabasına sığınan müvekkil eşyalarını almak için ….tarihinde müşterek konuta gittiğinde eşyalarını evden atarak onu evden kovan davalı ,eşyalarını bahçeden toplayan müvekkilin evin anahtarını istemesi üzerine anahtarı kendisine vermeyeceğini ve eve almayacağını söylemiş ve kendisini boşayacağını belirtmiştir. Müvekkil, …Jandarma Komutanlığına giderek şikayetçi olmuştur.(Ek-1)Daha önce de çeşitli defalar tehdit ve hakarete uğrayan müvekkil, evden kovulduktan sonra ailenin korunması kanunu uyarınca başvuruda bulunmak durumunda kalmıştır. Evden eşini kovan tarafın ağır kusurlu olduğu, birliği sona erdirdiği,bu davranışın şiddet içeren bir davranış sayıldığı, evlilik birliğini temelinden sarstığı içtihatlarla da sabittir.Y.2.H.D.26.11.2007 tarih,2551-16404 sayılı karar ve çok sayıda içtihat bu yöndedir.
12-Bu şikayet sonrasında can güvenliğini tehlikede gören ve müşterek konuta dahi girememiş ve çaresiz kalmış, davalı hakkında ….tarihinde ….Mahkemesinin … D.iş sayılı dosyası ile ailenin korunması kapsamında “evden uzaklaştırma kararı” almıştır.(Ek-2)
13-Bu olaydan itibaren fiili ayrılık süreci de başlamış, temelinden sarsılan ve devamı imkansız hale gelen evlilik birliğini boşanma ile sonlandırmak kaçınılmaz olmuştur.
14 –Temelinden sarsılan ve devamı imkansız hale gelen evlilik birliği davalının ağır kusurlu davranışları sonucu-fiilen sona ermiştir. Bu husus da müvekkile atfedilecek hiçbir kusur bulunmamaktadır. Boşanmaya neden olan olaylarda ağır kusuru olan davalı ……parsel sayılı üzerine kayıtlı taşınmazları ve aylık ortalama 10.000-15000 TL arasında kazancı mevcuttur..
15-Tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kusurları dikkate alınarak davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası isteme şartları somut olayda yasa ve içtihat gereği tereddütsüz olarak oluşmuş durumdadır.
16-Müvekkilin boşanmayla yoksulluğa düşeceği tartışmasızdır. Hiçbir geliri ve mesleği olmayan müvekkilin tüm evlilik safahatı boyunca kişilik haklarının saldırıya uğrayıp ruhsal dengesinin bozulduğu, son olaylarla da manevi değerlerinin eksilmesinin yanı sıra can güvenliğinin dahi kalmadığı görülmektedir.
MADDİ-MANEVİ TAZMİNAT TALEPLERİMİZ:
Maddi Tazminat;
17-Boşanmaya neden olan olaylarda karşı tarafın “tam kusurlu” olduğu anlaşılacak olup müvekkilin mevcut ve beklenen menfaatlerinin zedelendiği görülecektir. Karşı tarafın, evlilik birliğinin kuruluşundan itibaren birliğe “tam kusurlu” olarak zarar verdiği ortadadır. Geçen zaman zarfında davalı, evlilik birliğini çekilmez hale getiren kusurlu davranışlarına yenisini eklemiştir. Müvekkilin güvenliğini sarsan sadakatsiz eylemleri, müvekkili küçük düşüren onur kırıcı sözleri ve eve zarar verme, müvekkili tehdit etme,müşterek çocuğa tehdit ve hakaret (hatta darp)eylemleri, ilave olarak müvekkilin eşyalarını evden atma ve anahtarı ona vermeme vs davranışları davalının boşanmaya neden olan olaylarda “tam kusurlu” olduğunu tartışmasız kılmaktadır.
Müvekkil, mevcut ve beklenen menfaatleri zedelenen kusursuz taraftır. Herhangi bir işte çalışmadığı gibi eğitim düzeyi, sosyal ve ekonomik yönüyle de ekonomik bağımsızlık elde etme ve hayatını tek başına idame ettirme şansından yoksundur. Buna karşılık karşı taraf, ekonomik ve sosyal yönden oldukça geniş imkanlara sahiptir.
18-Tarafların evlilik süreleri, ekonomik ve sosyal durumları,sosyal güvenceleri,meslekleri ve iş bulma olasılıkları vs unsurları dikkate alan Yargıtay kararlarına göre müvekkilin ciddi anlamda “mevcut menfaatlerinin zedelenmiş ,beklenen menfaatlerinin de zedelenecek olduğu kuşkusuzdur.
Mevcut ve beklenen menfaatler, içtihatlar kapsamında oldukça geniş yer tutulmakta, yardım sandığı yararlarından yoksun kalma ve hatta miras haklarının yitirilmesini dahi mevcut/beklenen yararlar kapsamında değerlendirilmektedir.
MANEVİ TAZMİNAT YÖNÜNDEN DE müvekkil lehine bir kazanım oluştuğu kuşkusuzdur.
19-Boşanmaya neden olan olaylarda davalının tam kusurlu olduğu ortada olup yargılama sonunda da müvekkilin kusursuz olduğu, karşı tarafın müvekkile yönelik gerek sadakatsizlik, gerek aile sırlarını açıklama ve gerekse şiddet, tehdit ve hakaret, evden kovma vs şeklindeki eylemleri ile davalının müvekkile ağır manevi zarar verdiği anlaşılacaktır. Müvekkilde yıllarca oluşan derin elem, utanç ve psikolojik sarsıntı onun yaşam sevincini adeta yok ederek kimsenin içine çıkamaz hale getirmiştir.
Buna utanç (aile sırlarının açıklanması vs de) eklenince müvekkil kimsenin yüzüne bakamayacak hale gelmiştir. Bu nedenle oluşan manevi zararın tazmini gerekmektedir.
20-Davalı,müvekkili rencide eden hatta toplum içinde tahkir eden eylemleri, şiddet, tehdit ,özel hayata ilişkin sırları ifşa etme, sadakatsizlik hatta müvekkili evden kovma biçimindeki davranışları ve yukarıda izah ettiğimiz vakıalarda yer alan tüm eylemleri neticesinde tam kusurlu olarak müvekkilin şahsi menfaatlerini ağır bir surette haleldar etmiştir. Tüm bu sebeplerle müvekkil lehine manevi tazminat koşullarının oluştuğu kuşkusuzdur.
21-Bu nedenle müvekkil yararına , yaşadığı ağır mağduriyet, davalının tam kusuru, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ,müvekkilin yoksulluğa düşecek taraf olması, manevi olarak da kişilik haklarının zarar görüp manevi değerlerinde eksilme yaşaması sebebiyle maddi ve manevi tazminat talep etmek kaçınılmaz olmuştur.
Özellikle yaşanan son olaylar, davalının müvekkilin şeref ve haysiyetini zedeleyecek ağır sözleri ve bahçede bağırmak suretiyle üstelik etrafta insanlar varken yüksek sesle sarf ettiği ifadelerin (müvekkilin ahlak ve onuruna yönelik yukarıda bahsi geçen o… ,fahişe şeklindeki cümlelerin)onur kırıcı nev’inden değerlendirimesi gerektiği yasa ve içtihatlar gereğidir. Nitekim Yargıtay 2.H.D.26.5.1986,4702-5431 sayılı kararı eşine başkalarının yanında “şerefsiz, namussuz” diye hakeret etmeyi “onur kırıcı” davranış saymıştır.
22- Müvekkilin geliri olmayıp kusursuz taraf olduğu da gözetilerek dava sürecinde tedbir, sonrasında yoksulluk nafakasına dönüşmek üzere aylık 1000TL nafakanın davalıdan alınarak müvekkile verilmesini isteme zorunluluğu doğmuştur.
HUKUKİ SEBEPLER: HMK,MK V.S HÜKÜMLER
SUBUTİ SEBEPLER: Müvekkilin davalı hakkında …jandarma Komutanlığına …tarihinde yaptığı şikayet başvurusu,….sayılı evden uzaklaştırma ilamı, şahit beyanı(3adet)isim ve adresleri bilahare bildirilecektir, tapu ve nüfusa yazılacak müzekkereler, davalının ekonomik durumuna ilişkin vergi dairesi bankalar vs kurumlara yazılacak müzekkereler, özellikle davalının kimlik numarasından hangi bankalarda mevduatının olduğuna dair Türkiye bankalar birliğine yazılacak müzekkere, vs delail (Karşı taraf deliline karşı delil sunma hakkımız saklıdır)
SONUÇ VE İSTEK :
1- Pek kötü davranış, onur kırıcı muamele, olmadığı takdirde Şiddetli geçimsizlik ve evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle müvekkilin yaşadığı ağır maddi ve manevi mağduriyet neticesinde ÇEKİLMEZ HALE GELEN VE FİİLEN BİTEN EVLİLİK BİRLİĞİNİN boşanma ile sona ermesine,
(Katkı payı alacağı, vs dava ve talep haklarımız saklı kalmak üzere)
2-Evliliğin temelinden sarsılmasında tam ve ağır kusurlu olan davalının ekonomik ve sosyal durumu da dikkate alınarak evlilikten mevcut ve beklenen menfaatleri zarar gören davacı müvekkil lehine …TL maddi, şiddet, hakaret, evden kovma, toplum içinde haysiyete yönelik ağır sözler vs yukarıda sayılan hususlar gereği kişilik hakları ağır saldırıya uğrayan davacı müvekkil lehine …TL manevi tazminatın işleyecek yasal faizi ile müvekkile ödemesine,
3-Yoksulluğa düşecek olan müvekkil lehine dava süresince dava tarihinden itibaren … TL tedbir nafakasının, boşanma sonrası yoksulluğa dönüşmek üzere devamına, tedbir nafakasına dava tarihinden itibaren tensiple karar verilmesine, nafaka miktarının ilerideki yıllarda “ÜFE” oranında arttırılmasına,
4-Yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı yana tahmiline,
Karar verilmesini saygıyla vekaleten arz ederim….
DAVACI
VEKİLİ Av.BENGÜ BULUT
ANLAŞMALI BOŞANMA DİLEKÇE ÖRNEĞİ
……AİLE MAHKEMESİ HAKİMLİĞİNE
DAVACI : ADINIZ SOYADINIZ ( TC Kimlik No )
VEKİLİ :Av.BENGÜ BULUT
DAVALI : EŞİNİZİN ADI SOYADI ( TC Kimlik No )
ADRES :………………………………………
DAVA KONUSU : Evlilik birliğinin anlaşmalı olarak sona erdirilmesi talepli dava
dilekçesidir.
AÇIKLAMALAR :
Taraflar …../…../….. tarihinde evlenmişlerdir. Bu evlilik nüfus kayıtlarından da görüleceği gibi bir yılı doldurmuştur. Tarafların bu evlilikten …../…../….. tarihinde doğan ….. ….. isimli müşterek bir kız/erkek çocukları bulunmaktadır. (eğer çocuğunuz yok ise – Bu evlilikten müşterek çocukları bulunmamaktadır. – ibaresini yazın.)
Taraflar arasında yaşanan geçimsizlik, yaşantılarını zora sokacak bir hal alarak had safhaya ulaşmıştır. Bu nedenle evlilik birliğinin sürdürülmesi imkansız bir hale gelmiştir. Tarafların evliliklerini sürdürmelerinin imkânsız olduğu anlaşıldığından aralarında anlaşarak boşanmaya karar vermişlerdir. Ekte sunulan Anlaşmalı Boşanma Protokolü’nün kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep ederiz.
HUKUKİ NEDENLER : TMK 166 ve ilgili yasa
DELİLLER : Nüfus kayıt örneği, anlaşmalı boşanma protokolü
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda ifade ve arz ettiğimiz hususlar göz önüne alınarak davamızın kabul edilmesini, davalının da boşanma isteğini kabul edeceğinden anlaşmamızın dikkate alınarak TMK 166/3 maddesi uyarınca boşanmamıza, müşterek çocuğun velayeti, görüşme düzenleri, nafaka ve diğer konuların ekte sunduğumuz protokole göre düzenlenmesine ve bu protokolün boşanma kararının eki olarak sayılmasına karar verilmesini talep ederim. …../…../…..
DAVACI VEKİLİ
Av.BENGÜ BULUT
Hak kaybı yaşamamak adına yapılacak bu gibi önemli davalarda konusunda uzman avukattan yardım almanızda fayda vardır. Tüm hukuki iş ve işlemleriniz ile ilgili bilgi ve yardım almak için bizimle her zaman iletişime geçebilirsiniz.
ANLAŞMALI BOŞANMAYA DAİR PROTOKOL
Davacı … ile davalı … aralarında karşılıklı olarak anlaşarak BOŞANMAYA karar vermiş olup iş bu protokol tanzim edilmiştir.
Bu protokol gereğince ;
1- … ile …. karşılıklı olarak boşanmayı kabul ederler.
2- Tarafların birbirlerinden her hangi bir eşya alacağı yoktur.
3- Boşanma sebebiyle her iki taraf birbirlerinden tedbir, yoksulluk nafakası veya her hangi bir şekilde maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmamaktadırlar.Ayrıca tarafların birbirlerinden katkı payı alacağı ya da ziynet eşyası alacağı da bulunmamaktadır.
4-Müşterek çocuklar reşit olduğu için velayet ya da iştirak nafakası gibi istemler de konusuz kalmıştır.
4- Taraflar yukarıda yazılı şartlarda anlaşmış olup, iş bu protokol … tarafından açılacak boşanma davasında anlaşmalı boşanmanın esası olarak Mahkemede delil olarak kullanılacaktır.
İş bu protokolü okuduk, irademize uygun bulduk ve karşılıklı olarak imza altına aldık.tarih
DAVACI DAVALI
VEKİLİ
GEÇİT HAKKI VERİLMESİ DAVASI
4721 sayılı Türk medeni kanunu madde 747 uyarınca taşınmazından genel yola çıkmak için yeterli geçidi/yolu olmayan malikin açtığı dava türüdür.
Malik geçit hakkının tanınmasını “tam bir bedel karşılığında” komşularından isteyebilir. Genellikle dava yoluyla tesis edilen geçit hakkı ,tarafların anlaşması ile tapuya şerh yoluyla da elde edilebilir.
“Malik “ifadesi, paylı mülkiyette pay sahiplerini de içerecek genişliktedir.
Geçit hakkı davasında her iki tarafın da (geçit isteyen ve geçit istenen taşınmaz malikinin) menfaati göz önünde bulundurulur. Bu nedenle mülkiyet ve yol durumuna uygun düşen ve en az zarar görecek komşuya karşı açılacaktır.
YETKİLİ MAHKEME
Taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir.
GÖREVLİ MAHKEME
Asliye Hukuk Mahkemesidir.
DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR:
1-Taşınmaz tapulu olmalıdır.(Yola çıkışı bulunmayan ve üzerinden geçit hakkı istenen her iki taşınmazın da tapulu olması şarttır)
2-Genel yola çıkmak için yolu bulunmamalıdır.
3-Geçit hakkı verilecek yerin imar yasasına uygun olması gerekir.
4-Geçit,en az zarar verilecek şekilde ve asgari ihtiyaç kadar verilir.
5-Geçit hakkı tesis edilirken taraf taşınmazlarının yarar ve zarar dengesi gözetilir.
6-Kamu hizmetine tahsis edilen yerler geçide konu olamaz.
7-Hüküm kurulmadan geçit bedeli mahkeme veznesine depo ettirilir.
8-Geçit talep eden taşınmaz malikinin genel yola dava açmaksızın geçiş imkanı olmamalıdır.
9-Geçit davaları her tür delil ile ispat edilebilir ve davalılar davanın açılmasına sebebiyet vermedikleri için yargılama giderleri davacı üzerinde bırakılır.
10-Geçit kurulacak yerin ivaz bedeli,yol olarak verilecek yerin bilirkişilerce belirlenecek değeri,bu yerde bulunan ağaç,ürün bina,vb muhdesatın değeri ile aleyhine geçit kurulacak taşınmazda geçit nedeniyle meydana gelecek değer düşüklüğünün toplamlarından oluşur.
11-Taşınmazı ikiye bölecek şekilde geçit tesisi yapılamaz.
12-Hükmedilen geçit bedeline faiz işletilemez.
Geçit hakkı, irtifak haklardan (sınırlı ayni haklardan) birisi olup tapu siciline kaydettirilmektedir ve mülkiyet hakkı vermemektedir. Dava sonucunda geçit hakkı verilmesi halinde davacı, davalıya ödeme gerçekleştirilecektir.
Davacı, geçit hakkı kurulmasını istediği taşınmazın tüm maliklerine karşı yönelterek dava açması gerekmektedir. Davalıların ölmesi veya birisinin ölmesi halinde dava mirasçılara yöneltilmelidir. Aksi halde taraf teşkili sağlanmadığı yönünde karar verilecektir.
Ne Kadar Sürer?
Geçit hakkı davasında da hakim hak talep eden davacı ile mülkiyet sahibi davalıların tapu kayıtlarının getirtilmesini talep edecek, davalının mülkiyetine dair inceleme yapılması için bilirkişi tayininde bulunacak, keşif yapılarak uygun tespit gerçekleşecektir. Tüm bu faaliyetlerin yerine getirilmesi davanın süresini uzatıp kısaltmaktadır. O halde sonuç olarak yaklaşık olarak ortalama 6 ay ile 1 sene dava sürüyor denilebilir.
Görevli ve Yetkili Mahkeme
Geçit hakkı davasında görevli mahkeme, asliye hukuk mahkemesidir. Yer yönünden yetkili mahkeme ise taşınmazın bulunduğu yer olup sonuç olarak dava, asliye hukuk mahkemesinde taşınmazın bulunduğu yerde görülecektir.
GEÇİT DAVASI ÖRNEK DİLEKÇE
…………….. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ SAYIN HAKİMLİĞİ’NE
DAVACI : TC:
VEKİLİ : Av.BENGÜ BULUT
KONU : Geçit Hakkı Tesisi Talebimizden İbarettir
AÇIKLAMALAR :
Müvekkilimin maliki bulunduğu …….. ili, …….. adresinde ve …………parsel ile kayıtlı taşınmazın mevcut durumu itibariyle yola çıkışı bulunmamaktadır. Yol ile müvekkilin gayrimenkulü arasında davalılara ait …….. parsel sayılı taşınmaz bulunmaktadır. Ve müvekkilin yola çıkış için bu gayrimenkulden daha yakın ve daha az külfetli bir yolu bulunmamaktadır.
Müvekkil gayrimenkulüne yol bağlantısı olmadığı için gayrimenkulünden yeterince yararlanamamaktadır. Ancak davalılara ait gayrimenkul üzerinden bir geçit hakkı tesis edilirse
Tüm bu nedenlerle iş bu davayı açmak zaruretimiz hâsıl olmuştur.
DELİLLER : Tapu ve kadastro kayıtları, keşif, bilirkişi, tanık vs. her tür delil.
HUKUKİ SEBEPLER : Medeni Kanun md. 747, 779, 780 ve ilgili mevzuat.
TALEP SONUCU : Yukarıda kısaca arz etmiş bulunduğumuz nedenlerle davamızın kabulü ile müvekkile ait ……..ili, ……… ilçesi, ……… Köyü adresinde ve tapunun …….. parselinde kayıtlı taşınmaz lehine davalılara ait aynı yerde komşu …… parsel sayılı taşınmaz üzerinde yola çıkmak üzere bedeli karşılığında … m. genişliğinde yükümlü kılınacak gayrimenkulü de en az zarara uğratacak bir geçit hakkı tesisine ve tapuya tesciline, yargılama giderleri ve ücreti vekâletin davalılar üzerinde bırakılmasına karar verilmesini bilvekale talep ederim.
Davacı Vekili
Av.BENGÜ BULUT
Uzmanlık gerektiren b u davalar için bizimle iletişime geçebilirsiniz
HAKSIZ FİİLDEN DOĞAN SORUMLULUKLAR:
Haksız fiil diğer kişilere zarar verici nitelikte hukuka aykırı eylemlerdir. Haksız fiil borçlar kanunu 49.maddede düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “kusurlu ve hukuka aykırı bir fiil ile başkasına zarar veren bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
A-Haksız fiilin unsurları:
1-Hareket/Fiil Unsuru:
Bir harekette bulunan ya da yapması gereken bir fiili ihmal eden bir insan davranışı bulunmalıdır.
2-Hukuka aykırılık Unsuru:
Zarar gören değeri korumak için hukuk düzenin yasaklamış olduğu bir davranışta bulunan kimse hukuka aykırı davranmış olur.
3-Kusur Unsuru:
Kanun kural olarak kişilerin hukuka aykırı eylemlerinden sorumlu tutulmalarını kusur şartına bağlamıştır.Haksız fiile yol açan kişinin davranışındaki sübjektif unsurdur.
Kusurun Türleri:
a-Kast
Hukuka aykırı neticenin fail tarafından öngörülmesi ve istenmesidir.
b-İhmal
Failin hukuka aykırı neticeyi istememekle birlikte bu sonucu önlemek için gerekli dikkat ve özeni göstermemesidir.
Kusurun ispat yükü haksız fiilden zarar gördüğünü iddia eden davacıdadır.
4-Zarar Unsuru:
a.Maddi Zarar:
Zarar verici eyleme maruz kalan şahsın mal varlığında zarar verici eylem sonucu meydana gelen durum ile öncesi arasındaki farktır.
b-Manevi zarar:
Bir şahsın kişilik haklarında iradesi dışında meydana gelen eksilmedir.
5-İlliyet Bağı:
İlliyet bağı mağdurun zararının zarar verici eylemi yapan failin eylemi sonucu oluşmasıdır.Failin eylemi ile zarar arasında sebep -sonuç bağı bulunmalıdır.
İlliyet Bağını kesen nedenler:Mücbir sebep,görenin kusuru ve 3.kişinin kusurudur.
CEZA MAHKEMESİ KARARLARININ HUKUK MAHKEMESİNE ETKİSİ:
Bu konu 6098 sayılı borçlar kanununda düzenlenmiştir:
Madde 74: Hakim,zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi ceza hakimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Kural olarak hukuk hakimi ceza hakimi kararlarıyla bağlı değildir.
Gerekmediği halde tazminat davasında ceza mahkemesi kararının beklenmesi yargılama süresinin uzamasına yol açmakta ve bu nedenle makul yargılama süresi ihlal edilmektedir. Anayasa Mahkemesi bireysel başvurular neticesinde verdiği makul süre ihlali kararlarında bu hususa değinmiştir. AYM B.no:2013/7123,6/2/2014,prg 62-64
Buna karşılık ; maddi olayın tespiti ve failin kimliği, fiilin hukuka aykırılığının tespiti hukuk hakimini bağlar. Ceza davasının zamanaşımı hukuk davasını etkilemektedir.
HAKSIZ FİİLDEN DOĞAN ZARAR VE TAZMİNATIN BELİRLENMESİ:
Maddi zarar iki türlüdür:
A-Fiili Zarar:
Zarar verici fiil nedeniyle mal varlığında meydana gelen aktif azalmadır.
B-İkinci zarar türü yoksun kalınan kardır. Bu fiil olmasaydı mal varlığında meydana gelecek çoğalmayı anlatır.
Vücut bütünlüğünün ihlalinde(yaralanmada)zararın belirlenmesi:
Haksız fiil neticesinde vücut bütünlüğünün zarar görmesi,sağlığın bozulması veya yaralanma şeklinde ortaya çıkmaktadır.Bu duruma ilişkin zarar kalemleri TBK 54.maddede bedensel zararlar özellikle şunlardır diyerek belirtilmiştir:
1-Tedavi giderleri,(muayene,tahlil,teşhis,tedavi,ambulans,ilaç,protez,ulaşım vs)
2-kazanç kaybı
3-Çalışma gücünün azalması veya yitirilmesinden doğan kayıplar
4-Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar
MANEVİ TAZMİNAT TALEPLERİ:
Manevi tazminata hükmedilebilmesi için TBK madde 56 uyarınca kusur aranmamıştır.Ancak kusur tazminatın belirlenmesinde gözetilecek önemli bir unsurdur.
TBK m.51/1 uyarınca “durumun gereği ve kusurun ağırlığı “tazminatın kapsamının belirlenmesinde önemli bir unsurdur.
Olayın özellikleri ve kusurun ağırlığı tazminatın belirlenmesinde önemli bir unsurdur.
Bununla birlikte manevi tazminat bir bütündür, bölünemez. Manevi zararın belirlenmesinde temel ölçü kişilik değerlerindeki eksilmenin yani manevi zararın derecesidir. Tazminatın belirlenmesinde olayın tüm özellikleri,kusur durumları ve tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınır.
Yargıtay 4.HD kararında “manevi tazminatın çekilen acı, elem ve ıstırapla orantılı olması gerektiğini” vurgulamıştır.
Borçlar kanunu 47.maddesi hükmüne göre hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı altında hak sahibine verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır.
Örnek Dilekçe:
…………… NÖBETÇİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ HAKİMLİĞİNE
DAVACI : TC:
VEKİLİ : Av.BENGÜ BULUT
ADRES : Ferhatpaşa Mah.Adliye Sokak.Arslan aday apt.Kat:2 D:4 Çatalca/İst
DAVALI :
ADRES :
KONU : Davalı tarafından müvekkile yönelik hakaret ve darp fiili neticesinde oluşan maddi ve manevi zarara istinaden maddi ve manevi tazminat talebimiz hk.
HARCA ESAS DEĞER: Fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak üzere şimdilik 20.000 TL maddi,20.000 TL manevi tazminat istemimiz
AÇIKLAMALAR :
1-Müvekkilin iş arkadaşı olan davalı ……. tarihinde iş konusundaki bir anlaşmazlık yüzünden müvekkile hitaben ……. şeklinde hakaret ve sinkaf içeren sözler sarf etmiş, bununla da yetinmeyerek müvekkilin sağ gözüne isabet edecek şekilde birkaç kez yumruk atmaya başlamıştır. Keyfiyet zaten soruşturma dosyasında yer alan görgü şahitlerinin beyanlarıyla da sabit olup müvekkili davalının elinden iş arkadaşları kurtarmış ve müvekkil kan revan içinde ..hastanesine yetiştirilmiştir.
2-Müvekkilin gittiği hastanede acil olarak tedavisi yapılmışsa da daha kapsamlı bir tedavi için ..hastanesine sevki istenmiş, müvekkil basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralanmış, bu yaralanmadan kalıcı iz oluşmuş, müvekkil uzunca bir süre iş ve güçten yoksun kalmıştır.
3-Hastane ve ulaşım, ilaç ve tedavi giderleri için hayli ödeme yapmak zorunda kalan müvekkilin ödediği kalemlere ait bir kısım fatura ve fişler ektedir. Bununla birlikte uzun süre çalışamayan müvekkilin gözünde oluşan kalıcı hasar nedeniyle de ekonomik geleceği sarsılmış bulunmaktadır.
4-Bu saldırı fail (davalı)tarafından müvekkili yaralamak üzere kasten gerçekleştirilmiştir. Bu saldırı sonucunda müvekkil kalıcı hasar alacak şekilde yaralanmış ve çift görme gibi çok ciddi bir sağlık sorunuyla karşı karşıya kalmıştır.
MADDİ TAZMİNAT TALEBİMİZ HAKKINDA
Müvekkilim bu eylem neticesinde maddi zarara uğramış ve hastane ,tedavi masraflarını karşılamakta zorlanmıştır. Ayrıca olayın gerçekleştiği tarihten bu yana gözündeki sıkıntı artarak devam eden müvekkil dışarıya tek başına çıkamadığı gibi bundan sonraki çalışma hayatı da ortadan kalkmıştır. Müvekkil çift görme nedeniyle basit işleri dahi yapamamakta olduğundan çalışma hayatı da sona ermiştir. Müvekkilin oluşan kazanç mahrumiyeti -tedavi ve ilaç masrafları dışında-maddi zarar kalemlerini oluşturmaktadır. Müvekkil yaşamı boyunca sakatlığı yüzünden ayrıca gelir kaybına uğrayacaktır. Kişisel bakımında dahi zorlanan müvekkil için bakıcı ücreti de talep etmekteyiz.
Ayrıca tedavi, yol ve ilaç giderlerinin de karşılanmasını talep etmekteyiz.
Bununla birlikte müvekkilin ekonomik geleceği de sarsılmıştır. Müvekkilin çift görme ve benzeri sağlık sorunları ciddi boyutta olup kalıcı zarar oluştuğundan bundan ekonomik geleceğin ortadan kalkması anlamına gelmektedir.
TBK m.49 a göre; “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiil ile başkasına zarar veren bu zararı gidermekle yükümlüdür. Aynı Kanunun 54.maddesine göre bedensel zararlar şunlardır:
1.Tedavi Giderleri
2.kazanç kaybı
3.Çalışma gücünün azalması ya da yitirilmesinden doğan kayıplar
4.Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar
Bu kanun kapsamında müvekkilin uğradığı maddi kayıpları talep etmekteyim.
MANEVİ TAZMİNAT TALEBİMİZ HAKKINDA
Müvekkilim bu haksız eylem neticesinde ciddi anlamda manevi zarara da uğramıştır.Gerek bizzat darp eylemi neticesinde ve gerek bu esnada davalı tarafından sarf edilen hakaret ve küfürler sonucunda psikolojisi bozulan müvekkil ayrıca tedavi süresince de manevi olarak hayli zarar görmüştür.Gözünde meydana gelen kalıcı hasar ve çift görme problemi ,tüm yaşantısı boyunca bir gözünün işlevini yitirmiş olması da müvekkili derin bir elem ve üzüntüye düçar etmiştir.
Türk Borçlar Kanunu 56.maddesine göre;
Hakim bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda olayın özelliklerini göz önünde tutarak zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir.
58.maddesine göre:
Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören ,uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar paranın ödenmesini isteyebilir
Müvekkil bu olay neticesinde bozulan psikolojisi nedeniyle psikolojik tedavi de görmektedir.Buna ilişkin rapor ve belgeler de sunulacaktır.
HUKUKİ SEBEPLER : Borçlar kanunu 49,56,58 vs maddeler
DELİLLER : 1-Davalıya ait soruşturma dosyası(numarasını bilahare sunacağız)
2-Müvekkilin tedavi evrakları,yaptığı masraf ve hastane kayıtları
3-Adli Tıp ,vs bilirkişi incelemesi
4-Müvekkile ait psikiyatri tedavisine ilişkin evraklar
5-Müvekkilin olay günü uğradığı saldırıya ilişkin fotoğraflar
6-Tanıklar(3 adet)
7-tarafların sosyal ve ekonomik durum araştırmaları
8-Resmi kurumlardan istenecek bilgi ve evraklar
Vs delail
SONUÇ VE İSTEK :
1-Davalı tarafından müvekkile karşı uygulanan haksız fiil neticesinde müvekkilde meydana gelen ve vicut bütünlüğüne verilen maddi zarar neticesinde (fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalarak) 20.000 TL maddi tazminat ile yine olay nedeniyle müvekkilde meydana gelen 20.000 TL manevi zarar nedeniyle toplamda 40.000 TL nin olay tarihi olan ………. tarihinden işleyecek faiziyle davalıdan alınarak müvekkile verilmesine,
2-Yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini saygıyla bilvekale talep ederim.
DAVACI VEKİLİ
Av.BENGÜ BULUT
Hak kaybı yaşamamak adına yapılacak bu gibi önemli davalarda konusunda uzman avukattan yardım almanızda fayda vardır. Tüm hukuki iş ve işlemleriniz ile ilgili bilgi ve yardım almak için bizimle her zaman iletişime geçebilirsiniz.
VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI HUKUKSAL NEDENİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVALARI
Türk Borçlar Kanunu’ nun temsil ve vekalet ilişkisini düzenleyen hükümlerine göre; vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Türk Borçlar Kanunun’da sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve anılan kanunun 506/2. maddesinde “… Vekil, üstlendiği iş ve hizmetleri, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür…” hükmüne yer verilmiştir. Bu sebeple vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onun zararına olabilecek davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekilin bundan sorumlu olacağı da açıktır.
Bu itibarla; vekalet görevinin kötüye kullanıldığından bahisle açılan tapu iptali ve tescil davalarında, vekilin vekalet görevini kötüye kullanıp kullanmadığı hususunda belli konuların tespiti hukuki bir gerekliliktir.
Vekalet Görevinin Kötüye Kullanılmasının tespiti bakımından incelenmesi gereken bazı hususlara değinmek gerekirse:
1-) Temliklerin, Vekil Edenin Bilgisi Dahilinde Gerçekleşip Gerçekleşmediği, Taşınmazın Temlik Günündeki Gerçek Değeri İle Akit Tablosunda Belirtilen Satış Bedelinin Açıklığa Kavuşturulması Suretiyle Değerlendirme Yapılması Gerekmektedir.
Vekil eden tarafından, vekalet görevinin kötüye kullanılmasından kaynaklı tapu iptali ve tescil davası açıldığında; Mahkemece tüm temliklerin akit tabloları getirtilmeli, yerinde keşif yapılarak taşınmazların sözleşme tarihlerindeki gerçek değerleri saptanmalı ve temliklerin vekil eden davacının bilgisi dahilinde gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti yapılmalıdır.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, Esas: 2011 / 9553, Karar: 2011 / 11212, 02.11.2011 Tarihli Kararında: “Vekil tarafından davalı M.’ya M. tarafından da diğer davalı N.’e yapılan tüm temliklerin akit tablolarının getirtilmesi, yerinde keşif yapılarak akit tarihlerindeki taşınmazların gerçek değerlerinin saptanması, tarafların bildirecekleri tüm deliller ile, toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesi ve temliklerin davacının bilgisi dahilinde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin açıklığa kavuşturulması,
Şeklinde karar verilmiş, temliklerin vekil eden davacının bilgisi dahilinde gerçekleşip gerçekleşmediğinin açıklığa kavuşturulması gerektiği hüküm altına alınmıştır.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’ nin, Esas:2010/2957, Karar:2010/4152, 12.04.2010 Tarihli Kararında: “…çekişme konusu taşınmazın temlik gününde gerçek değerinin 180.000.-TL., akit tablosunda belirtilen satış bedelinin ise 63.000.-TL. olduğu, davalılar arasında arkadaşlık ilişkisinin olduğu, temlik gününden önce vekilin azledildiği, davalıların savunmalarında samimi olmadıkları, davalı vekil S.’nin vekalet görevini kötüye kullandığı ve sair davalının da bunu bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda bulunduğu, vekille alıcının el ve işbirliği içerisinde hareket ettikleri, vekilin vekalet görevini kötüye kullandığı kabul edilmelidir.”
Şeklinde verilen kararda taşınmazın temlik günündeki gerçek değeri ile akit tablosunda belirtilen satış bedelinin karşılaştırılması suretiyle yine kararda sayılan diğer hususların değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
2-) Vekil Edenin Yararı İle Bağdaşmayacak Şekilde Satış Yapılıp Yapılmadığı, Davalıların İşbirliği İçinde Olup Olmadığı Hususları Araştırılmalıdır.
Mahkemece araştırılması gereken diğer hususlar ise; vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak şekilde satış yapılıp yapılmadığı ve satış bedelinin vekil edene ödenip ödenmediği olmalıdır. Nitekim uyuşmazlıklarda bu hususlarda değerlendirme yapılmaksızın karar verilmesi Yargıtay İçtihatlarına göre bozma sebebi sayılmaktadır.
Mahkemece araştırılması gereken bir diğer husus ise; davalıları işbirliği içinde olup olmadığıdır. Vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi emredici nitelik taşıdığından hakim tarafından re’sen göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’ nin 2014/16698 E., 2014/17011 K. Sayılı ve 06.11.2014 Tarihli Kararında: “…davaya konu taşınmazları anne E.’nın kimden ve ne şekilde edindiği, edinim sırasında vekaletnamenin kullanılıp kullanılmadığı belirlenmemiş ve davacılar adına vekaleten devredilen paylar bulunması halinde yukarda değinilen ilkeler doğrultusunda hükme yeterli bir araştırma yapılmadan sonuca gidilmiştir… Hal böyle olunca davacı tarafın iddiası ve değinilen olgular dikkate alınarak gerekli araştırma ve incelemenin yapılması özellikle davacılar adına vekaleten işlem yapılıp yapılmadığının belirlenmesi şayet yapılmışsa yukarda belirtilen ilkeler doğrultusunda değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde ve eksik inceleme sonucunda karar verilmesi doğru değildir.”
Şeklinde karar verilmiş olup, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapılıp yapılmadığı, vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapılıp yapılmadığı, vekil ile sözleşme yapan üçüncü kişinin vekil ile çıkar ve işbirliği içinde olup olmadığı gibi hususlar değerlendirilmeksizin verilen kararların hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’ nin, Esas:2003/1082, Karar:2003/2988, 18.03.2003 Tarihli Kararında: “Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde “vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir…” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.
Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. … Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.”[5]
3-) Satış Bedelinin Davacı Vekil Edene Ödenip Ödenmediği, Davalıların Alım Gücünün Olup Olmadığı Tespit Olunmalıdır.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’ nin, Esas:2009/12791, Karar:2010/338, 20.01.2010 Tarihli Kararında: “Mahkemece; H. Ö.’ün vekalet görevinin kötüye kullandığı, yetkisini el ve işbirliği içerisinde bulunduğu davalı kardeşi C. Ö.’ü aracı kılarak boşandığı eşi diğer davalı K. S. yararına kullandığı, davalıların alım gücünün olmadığı, taşınmazdaki payın gerçek değerinin altında temlik edildiği ve satış bedelinin davacıya ödendiğinin kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir…. Hükmün Onanmasına..”
Şeklinde verilen kararda da görüleceği üzere; Mahkemece davalıların alım gücünün olup olmadığı ve satış bedelinin davacı vekil edene ödenip ödenmediği hususlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davalarında, vekalet görevinin kötüye kullanılıp kullanılmadığının tespitinde emsal Yargıtay İçtihatlarına göre hangi kriterlerin dikkate alınması gerektiği açıklanmıştır. Ancak; söz konusu hususlar tahdidi ya da belirleyici olarak sayılmamış olup, somut olayın özelliklerine ve her davaya göre farklı konularda araştırma ve değerlendirmelerin yapılması hukuki bir gerekliliktir.
Uzmanlık gerektiren b u davalar için bizimle iletişime geçebilirsiniz
TAŞINMAZ SATIŞ VAADİ DAVALARI
Taşınmazın satım sözleşmesinin yapılmasını isteme hakkını veren ve bir ön sözleşme olan gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile taraflar ana sözleşmenin kurulmasını hüküm altına almak istemektedirler. Bir diğer deyişle, ileride tapu memuru önünde resmi bir şekilde yapılması gereken taşınmaz satım sözleşmesi yapılmasının taahhüt edilmesidir.
Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile vaat eden belli bir taşınmazı satmayı, vaat alan da bu taşınmazı satın almayı taahhüt eder. Böylece her iki taraf karşılıklı borçlanmış olurlar, yapılan bu ön sözleşme ile taraflardan biri yükümlülüğünü yerine getirmediğinde diğer tarafın ifayı talep etme hakkı doğacaktır. Birden fazla gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapılması durumunda kadimlik ilkesi gereği tarih olarak önce yapılan sözleşme geçerli kabul edilir.
Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin geçerli olabilmesi için;
- Noterde düzenleme şeklinde yapılmalıdır.
- Sözleşmeye konu tapusu olan taşınmaz belirli veya belirlenebilir olmalıdır.
- Satış bedeli sözleşmede belirlenmiş olmalıdır.
- Bu geçerlilik şartlarını detaylıca inceleyecek olursak,
Noterlik Kanunu m.60/3’te noterin görevleri arasında gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapmak düzenlenmiştir. Aynı kanunun 89.maddesinde ise gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin yine noterde düzenleme şeklinde yapılmasının zorunlu olduğu düzenlenmiştir. Bu ön sözleşme noterde düzenlenebildiği gibi doktrin ve pratikte ana sözleşmeyi düzenlemeye yetkili tapu sicil memurları tarafından tapuda da düzenlenebilmektedir.
İki tarafın birbirine uygun olarak açıkça ortaya koydukları iradeleriyle oluşan bu sözleşme neticesinde taraflardan herhangi biri gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin tapu kütüğüne şerh edilmesini talep edebilir. Sözleşmenin tapuya şerh edilmesiyle birlikte sözleşmeden doğan kişisel hak güçlenecek ve üçüncü kişilere karşıda ileri sürülebilecektir.
Noterde usulüne uygun olarak hazırlanan satış vaadi sözleşmesi tapu kütüğüne şerh edilmese dahi geçerli olacaktır. Ancak bu ön sözleşme tapu kütüğüne şerh edilmediğinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle kendisine taşınmazın satılacağı taahhüt edilen taraf, tapu kütüğü kayıtlarına güvenerek işlem yapan üçüncü kişilere karşı herhangi bir hak iddiasında bulunamaz. Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin tapuda şerh edilmesinden itibaren beş yıl içerisinde satış, haciz, ipotek işlemleri yapılamaz ve benzer irtifak hakları tapuya tescil edilemez.
Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesini taşınmazın maliki olmayan kişi tarafından da yapılabilir, önemli olan ana sözleşmenin yapılacağı sırada taşınmaz satışını vaat eden kişinin taşınmazın maliki olmasıdır. Ana sözleşme yapılırken satış vaadi sözleşmesini yapan taraf hala malik değilse ve sözleşmeden kaynaklanan borcunu ifa edemiyorsa, Borçlar Kanunu’nun ifa imkânsızlığı ve borca aykırılık hükümleri gereği taahhüt alanın sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesinden kaynaklanan zararlarının tazmin edilmesine karar verilir.
Paylı mülkiyet olan gayrimenkullerle ilgili olarak paylar belirli ise, payın belli bir bölümü veya tamamı için de bu sözleşme yapılabilir. Elbirliğiyle mülkiyetin varlığı halinde ortaklardan birinin ortaklık dışı kişiyle yapacağı gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi bir taahhüt muamelesi niteliğinde olup elbirliği ortaklığı çözülünceye ya da paylı mülkiyete dönüşünceye kadar ana sözleşmenin ifası mümkün değildir. Elbirliğiyle mülkiyet söz konusu olan taşınmaza ilişkin yapılan satış vaadi sözleşmesine dayanarak vaat alacalısı tapu iptal ve tescil talebinde bulunamaz. Ancak Borçlar Kanunu hükümleri gereğince borcunu ifa etmeyen vaade bulunan taraf temerrüde düşecektir.
Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi vaadin yerine getirilmesi, sözleşmede belirlenen edimin zamanaşımına uğraması veya sözleşmenin feshi ile sona ermektedir. Satış vaadi sözleşmesine göre vaat edilen taşınmaz bedelini ödeyerek, vaat eden ise sözleşme konusu taşınmazın mülkiyetini vaat edilene devrederek edimlerini ifa etmiş olurlar. Sözleşmenin feshedilmesiyle sona erme hali için bu işlemin noterde yine usulüne uygun olarak yapılması gerekmektedir.
Diğer bir fesih yolu ise Borçlar Kanunu’nun 106’nci maddesine göre taraflardan birinin yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde diğer tarafın fesih ihbarı göndermesidir. Sözleşmenin fesih edilmemesi durumunda ise, taraf karşı taraftan yükümlülüklerini yerine getirmediğinden dolayı doğan zarar tutarının ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesini talep edebilecektir. Davacının, davalının temerrüde düşmesi nedeniyle yukarıda anılan madde uyarınca seçimlik haklarından birini kullanma hakkı vardır. Davacı satımın feshi ile birlikte yükümlülüklerin yerine getirilmemesi sebebi ile doğan zararı da talep etme hakkına sahiptir.
Sözleşmede kararlaştırılan bedel tamamen ödenmiş ancak buna rağmen sözleşmenin öbür tarafı üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmekten kaçınıyorsa, yani taşınmazın devrini gerçekleştirmiyorsa taşınmazı almayı vadeden tapu iptali ve tescil davası diğer bir adıyla cebri tescil davası açarak taşınmazın kendisine devrini mahkemeden talep edebilir. Bu davanın dayanağı Medeni Kanunu’nun 716. maddesidir.
ÖRNEK DİLEKÇE
NÖBETÇİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ HAKİMLİĞİ’NE
DAVACI :
VEKİLİ :Av.BENGÜ BULUT
DAVALILAR :
KONU : Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesine Dayalı Tapu İptali ve Tescil İstemimizden İbarettir.
DAVA DEĞERİ :
AÇIKLAMALAR :
1-) Müvekkilimiz … ve müteveffa … kardeştir. Taraflar arasında, … tarihinde … Noterliği’nde … yevmiye numaralı düzenleme şeklinde tanzim olunan gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi (EK-1) ile davalı, … ili, … İlçesi, … Mah. … pafta, … Ada ve … parselde yer alan dava konusu taşınmazda bulunan … hissesindeki bilcümle mirasçılık hak ve hisselerinin tamamını satmayı vaat etmiştir. Söz konusu taşınmaz taraflara babalarından miras kalmıştır. Müvekkilimiz … de aynı taşınmaz üzerinde pay sahibidir ve satış vaadi sözleşmesinin düzenlenmesi ile …’ye … TL peşinen ödemiş ve … hisselerinin tasarruf ve yararlanma hakkını müvekkile terk ve teslim etmiştir. Bu husus taraflar arasında düzenlenmiş olan sözleşmede de yer almaktadır. Müvekkil taşınmazı, sözleşmenin düzenlendiği günden beri fiilen kullanmaktadır.
14.HUKUK DAİRESİNİN ESAS: 2004/3496 KARAR: 2004/5336 SAYILI KARARI
“Satışı vaat edilen taşınmaz, sözleşme ile veya fiilen satış vaadini kabul eden kişiye, yani vaad alacaklısına teslim edilmiş ise, on yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılan davalarda, zamanaşımı savunması dinlenmez”.
2-) Müvekkil, …’nin vefatından önce kendisine sözleşme gereğince tapuyu kendisine devretmesini istemiş ancak devir işlemi çeşitli sebeplerle bir türlü gerçekleşmemiştir.
Müvekkil bu sırada taşınmazı kesintisiz olarak bifiil kullanmıştır. Müvekkil, kardeşinin vefatından sonra mirasçılarından taşınmazın devrini istemiş ancak sonuç alamamıştır. Bu sebeple mahkemenize iş bu davanın açılması zarureti doğmuştur
HUKUKİ NEDENLER : 4721 S. K. m. 716, 6098 S. K. m. 237, 6100 S. K. m. 1, 119
HUKUKİ DELİLLER :
1-) … Tarihli Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi
2-) Tapu kayıtları
3-) Bilirkişi, Tanık, Keşif ve her türlü yasal delil.
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıkladığımız sebeplerle; … Noterliği’nin … tarih ve 02643 yevmiye numaralı gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine konu … ili, … İlçesi, … Mah. … pafta, … Ada ve … parselde yer alan taşınmazda bulunan hisselerin tapu kaydının iptali ile müvekkilimiz adına tesciline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini, müvekkilimiz adına vekaleten talep ederiz.
Davacı Vekili
Tüm hukuki iş ve işlemleriniz ile ilgili bilgi ve yardım almak için bizimle her zaman iletişime geçebilirsiniz.
İNANÇLI İŞLEME DAYALI İPTAL VE TESCİL DAVALARI
Türk hukukunda inançlı işleme dair bir düzenleme ya da yasak koyan hüküm bulunmamaktadır. Gerek Türk Borçlar kanunu 22.maddesinde yer alan sözleşme çerçevesinde ve gerekse 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında inançlı işlemin varlığı ve geçerliliği vurgulanmıştır. İnançlı işlem iki taraflı bir hukuki muamelerdir. Taraflara karşılıklı borç yükler ve alacak hakkı verir.
İnançlı işlemde inanan; bir hakkını veya mal varlığını bir borca teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere inanılana geçirmeyi; inanılan da inananın emir ve talimatlarına göre kullanıp amaç gerçekleşince veya süre dolunca tekrar mal varlığı veya hakkı inanana devretmeyi yüklenmiştir.
İnanılan, amacın gerçekleşmesi halinde taşınmazı devirden kaçınırsa inanılan TMK.716.maddesi uyarınca tapu iptali ve tescil ile hakkını talep edebilir.
Tapulu bir taşınmaza ilişkin inanç sözleşmesinin resmi biçimde düzenlenmesi gerekmez. Yazılı bir şekilde yapılması kafidir.5.2.1947 tarih,20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile bu sonuca ulaşılır.
İnançlı işlem sözleşmeleri her ne kadar yazılı delil ile ispata tabi ise de yazılı bir belgenin (tarafların imzasını içerir bir akdin) bulunmadığı hallerde de delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa inanan, iddiasını tanık dahil her tür delil ve belge ile ispat edebilir. Yazılı bir belge ya da yazılı delil başlangıcını olmadığı hallerde inananın elbette yemin teklifi hakkı vardır.
DAVA AÇMA SÜRESİ: İnanç akdine dayalı tapu iptal ve tescil davalarında dava açma süresi TBK 146.maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Bu süre, inananın karşı taraftan taşınmazı devralma hakkının doğduğu ve buna rağmen karşı tarafın devre yanaşmadığı-bu konudaki ümit ve inancın sona erdiği –zamandan itibaren başlar.
İnançlı İşlemin kanıtlanması:
İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak yazılı delil ile kanıtlanabilir. Yazılı delil tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır. Yazılı delil olmayan durumlarda delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa inanan iddiasını tanık sözleri dahil her türlü delil ile kanıtlayabilir.
Yazılı delil ya da yazılı delil başlangıcının olmadığı durumlarda iddia sahibi diğer delillere dayanmışsa karşı tarafa yemin teklif edebilir.
T.C.
YARGITAY
- HUKUK DAİRESİ
- 2013/18225
- 2014/4775
- 4.3.2014
6098/m.26,27,97
05.02.1947 T. 20/6 S.YİBK
DAVA : Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Şükrü Hanlı Baydın’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacı adına kayıtlı 345 ada 1 parselde yeralan 1 numaralı bağımsız bölümün, 14.12.2011 tarihinde davalıya satış yoluyla devredilip aynı tarihte taşınmaz üzerine Ziraat Bankası lehine ipotek tesis edildiği, 20.12.2011 tarihinde Ziraat Bankası’ndan konut kredisi adı altında davalı tarafından çekilen kredi taksitlerinin yine davalı tarafından ödendiği, 21.12.2011 tarihinde davalının Ziraat Bankası yoluyla davacının hesabına 30.337 TL havale yaptığı, dosyaya sunulan dekontta “ konut kredisi satış işleminden hesaba aktarılan” ibaresinin yer aldığı, davacının, anılan bağımsız bölümün bankaya ipotek gösterilip alınacak kredi ile kızı ile davalının oğlunun yapacakları düğün masraflarının karşılanacağı bahanesiyle davalı tarafa bedelsiz olarak devredildiği, anılan temlikin davalı ve oğlunun hilesi ( aldatması ) ile gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açtığı, yargılama sırasında evin tadilat masrafının çekilecek banka kredisiyle karşılanacağını bildirdiği, mahkemece uyuşmazlığın niteliği taraf muvazaa olarak saptanıp davanın kabulü cihetine gidildiği anlaşılmaktadır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 179.maddesinde ( HMK md.119 ) belirtildiği üzere maddi olayları bildirmek taraflara, aynı kanunun 75.maddesi ( HMK md 25 ve 31 ) uyarınca hukuksal nitelendirmeyi yapmak hakime aittir. İddianın ileri sürülüş biçimi ve içeriği itibariyle yanlar arasındaki hukuksal ilişkinin inanç sözleşmesinden kaynaklandığı açık olmasına karşılık mahkemece yanılgılı değerlendirmeyle uyuşmazlığın muvazaa olarak nitelendirilmesi doğru değildir.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan , onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme ( iade ) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana ( alacaklıya ) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın ( borçlu ) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan 4721 s. Türk Medeni Kanununun ( TMK ) 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
Öte yandan, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. ( 818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanununun ( BK ). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun ( TBK ) 97. m. ) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK’nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.
İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu;taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.
Bilindiği üzere; uygulamada mesele,5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK’nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK’nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Somut olaya gelince;davacı tarafından inançlı işlem hukuksal nedenine dayanıldığı, iddianın 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delille kanıtlanamadığı, davacının dava dilekçesi ile delil listesinde açıkça yemin deliline dayanmadığı da gözetilmek suretiyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme yapılarak yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
SONUÇ : Davalı vekilinin, temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerindedir. Kabulü ile yerel mahkeme kararının ( 6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile ) 1086 sayılı HUMK’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Hak kaybı yaşamamak adına yapılacak bu gibi önemli davalarda konusunda uzman avukattan yardım almanızda fayda vardır. Tüm hukuki iş ve işlemleriniz ile ilgili bilgi ve yardım almak için bizimle her zaman iletişime geçebilirsiniz.
İDARİ YARGI YERİNDE GÖRÜLEN DAVA TÜRLERİ:
A-İPTAL DAVALARI
b-TAM YARGI DAVALARI
C.İDARİ SÖZLEŞMELERDEN DOĞAN DAVALAR
A-İPTAL DAVALARI:
İptal davaları, idari işlemler hakkında yetki, sebep, şekil ,konu ve maksat bakımından hukuka aykırılık ileri sürülerek iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalardır.
İptal davası açılabilmesi için ,
-idare tarafından tesis edilen bir işlem olması ve
-idari işlemin davacının menfaatini ihlal etmesi gereklidir.
İDARİ İŞLEMİN UNSURLARI:
-İdareler tarafından tesis edilmiş olması
-Kamu hizmeti görülmesi için tesis edilmiş olması
-Kamu gücü ayrıcalıkları kullanılarak tesis edilmiş olması
-tek yanlı irade beyanıyla tesis edilmiş olması
-Kesin nitelikli olması
-Yürütülmesinin gerekli(icrai)olmasıdır.
İDARİ İŞLEMİN İPTALİ DAVASINDA İLERİ SÜRÜLECEK HUKUKA AYKIRILIK SEBEPLERİ:
1-YETKİ:
İdare adına işlem tesis etmeye yetkili olmayan kişinin işlem tesis etmesidir.
2-ŞEKİL:
İdare hukukunda şekil serbestisi yoktur. Kural olarak bütün idari işlemler yazılı şekle tabidir. Ayrıca idari işlemler mutlaka gerekçeli olmak zorundadır. İdari işlemin maddi ve hukuki sebebinin işlemde gösterilmesi anlamına gelir. İlgiliye tebliğ edilen işlem metninde ilgilinin anlayabileceği gibi işlem sebebinin açık ve net olması gerekir. Disiplin işlemlerinde savunmanın alınmaması asli nitelikte şekil ve usuli eksikliktir.
3-SEBEP:
İdareyi bir işlemi yapmaya sevk eden nedendir.
KONU:
İdari işlemin hukuk düzeninde meydana getirdiği değişikliklerdir.Konusu meşur ve imkansız olmamalı,sebep unsuru ile nedensellik bağı bulunmalıdır.
AMAÇ:
Kanun koyucunun o işlemle beklediği nihai sınuçtur.Tüm idari işlemlerin nihai amacı kamu yararıdır.
TAM YARGI DAVALARI:
2577 sayılı kanunda yer alan tam yargı davalarını kimlerin hangi nedene dayalı olarak açacağı açıkça anlaşılmaktadır.
-İdarenin bir işlem ya da eylemi olmalı
-Bu idari işlem ya da eylemin ilgililerin kişisel hakkını ihlal etmesi gerekir.Yani idarenin zarar doğuran bir işlem ya da eylemi olmalı,
Bu eylem ya da işlemden zarar doğmuş olmalıdır.
İptal ve tam yargı davası birlikte ya da ayrı ayrı açılabilir.
Tam yargı davasında uyuşmazlık konusu ,belli bir miktar para alacağıdır.Bu para alacağının idare tarafından ödenmesi istenilmektedir.
Tam yargı davalarında göze çarpan husus istenilen tazminat miktarının tespitidir.Bu tespit davacı tarafından yaptırılmış olsa bile mahkemece gerekli görülmesi halinde bilirkişi ve gerekiyorsa keşif incelemesi yapılarak gerçek zarar tespit edilebilir.
Danıştay 15.Dairesince ,davacı murislerine uygulanan teşhis ve tedavi işlemleri ile ölümleri arasında uygun illiyet bağı bulunduğu anlaşıldığından maddi tazminat talebinin kabulünün AİHS nin gereği olduğu kabul edilmiştir.
İDARE MAHKEMESİ DİLEKÇE ÖRNEĞİ
……. SAYIN BAŞKANLIĞI’NA
DAVACI :…….
VEKİLİ :Av.BENGÜ BULUT
DAVALI : ……. Belediyesi
KONU : Hizmet kusuru nedeni ile maddi ve manevi tazminat istemidir.
AÇIKLAMALAR :1-Müvekkilimiz esnaflık yapmaktadır. Evi Çarşı başında işyerine de yakın olduğundan işine yürüyerek gidip gelmektedir.
2-……. Belediyesi tarafından yapımı süren altyapı çalışmaları her yerde olduğu gibi şehrin bu kısmının da altını üstüne getirmiştir. Belediye yaptığı çalışmalardan kent halkını duyuru vasıtaları ile bilgilendirmemekte ve kazı çalışmalarının yürütüldüğü yol kenarlarına ikaz levhaları koymamaktadır. Gündüz düzgün olan yolda akşam sekmeden gitmek olanaklı olmamaktadır.
3-Müvekkilimiz, ../../…. günü akşamı iş çıkışında yine davalı belediye tarafından açılan kanalizasyon çukurunu, uyarı levhaları da olmadığından görememiş ve dengesini kaybetmiş ve çukura düşerek sol ayak bileğini kırmış, sağ elini de incitmiştir.
4-Sokak lambalarının da yanmaması kışın erken bastıran karanlığında görüşü nerede ise imkansız hale getirmiştir.
5-Müvekkilimizin ayağı 40 gün alçıda kalmıştır. Bu arada işine gidememiştir. tek başına çalışan müvekkilimiz, işlerini görememiş ve hayli mağdur olmuştur.
6-Tedavi masrafları ……………TL tutmuştur. Çalışamaması nedeni ile uğradığı zarar ………….TL dir.
7-Belediyenin gördüğü hizmet kusurludur. Bu durum gerek bizim ………… Asliye Hukuk Mahkemesine ../../…. tarihinde yaptırdığımız tespit ile ilgili ../….. D.İş dosyasına konan bilirkişi raporlarından, gerekse çıplak gözle halen belediyenin bu işler ile ilgili uyarı levhaları koymamasından anlaşılabilir. Bu konuda tanıkların da tespit esnasında alınan ifadeleri mahkeme için yol gösterici olacaktır.
8-Bu nedenler ile davalı Belediye’ nin, Müvekkilimin tedavi masraflarının karşılığı olarak ………….. TL, 40 gün süre ile çalışamaması nedeni ile …………… TL olmak üzere toplam ……………… TL maddi ve Kendisi ile alay edilmesi nedeni ile ……………….TL manevi olmak üzere toplam ………………..TL yi ödemesini istemekteyiz.
YASAL NEDENLER: BK.,Belediye Kanunu ve İlgili Mevzuat
KANITLAR : Bilirkişi raporu, hastane raporu
CEVAP SÜRESİ : 30 gündür.
İSTEM SONUCU : Açıklanan nedenlerle Davalı İdarenin ……. maddi, ……. manevi olmak üzere toplam ……. tazminat ödemesine, Yargılama giderlerinin davalıdan alınmasına, 1136 Sayılı Avukatlık Kanununun 4667 Sayılı Kanunla değişik 164/son fıkrası uyarınca karşı taraf vekalet ücretinin Avukat olarak adımıza hükmedilmesine karar verilmesini talep ederiz.
DAVACI VEKİLİ
Av.BENGÜ BULUT
Hak kaybı yaşamamak adına yapılacak bu gibi önemli davalarda konusunda uzman avukattan yardım almanızda fayda vardır. Tüm hukuki iş ve işlemleriniz ile ilgili bilgi ve yardım almak için bizimle her zaman iletişime geçebilirsiniz.